Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Arayış

Aşağa gitmek 
+5
Daniel Griffiths
Alexander Griffiths
Dimitri Kristopulos
Willy Lee
Colin Probin
9 posters
YazarMesaj
Colin Probin
Yorozuya
Yorozuya
Colin Probin


Kayıt tarihi : 09/10/10

Arayış Empty
MesajKonu: Arayış   Arayış Icon_minitimePtsi Nis. 06, 2020 12:20 am

Colin Probin bir Cumartesi akşamı Hogsmeade'e cisimlendiğinde aklında tek bir şey vardı: sarhoş olmak. Bu yüzden Üç Süpürge'ye vardığında bir takım tanışıklığının olduğu ve olmadığı Hogwarts öğrencilerinin toplanmış olduğunu gördüğünde çok sevindi. Henüz 20'li yaşlarda olduğundan öğrenciler arasına karışması hiç de zor olmuyordu. Tanıdık yüzlerden Valentine ve Dimitri'nin kıravatlarını başlarına bağlamış, bir masanın üzerine çıkmış rep yapmakta olduklarını gördü ama onların yanına gitmeden önce barmenin yanına uğradı.

"Kanka bana en karışık ve en sert kokteylinden ver, hesabı da Valentine Marquesa'ya yaz." adamın şüpheli bakışlarını görünce de "Kendisi uzaktan kuzenim." diye utanmaz bir şekilde yalan söyledi. Neyse ki adam gençlerin yarattığı kaostan yeterince bıkmış görünüyordu ve daha fazla belaya bulaşmak istemediği belliydi. Bu yüzden sorgulamadan işe koyuldu. Kısa süre içinde turuncu ile altın sarısı arasında renk değiştiren kocaman bir bardağı Colin'in önüne koydu. "Ateşli Bomba Mix versiyon 20" dedi barmen içkiyi kast ederek, "Kendim icat ettim."


"Eyvallah," dedi Colin ve içkiyi alıp kalabalığın arasından kendine yok açarak Valentine ve Dimitri'nin yanına gitti. İçki hazırlanana kadar gençler hüzünlü bir arabesk melodisiyle sonlanan replerinin sonuna gelmişlerdi ve kalabalığın modu düşmüştü. Colin yanlarına geldiğinde Valentine, duygusallığıyla partinin içine eden Dimitri'yi azarlamaktaydı.

"Gençler nabersiniz?" dedi Colin ve Vali ve Dimi'yle kafa tokalaşması yaptı. Daha sonra içkisini yudumlamaya başladı. İçki daha önce içtiği hiçbir şeye benzemiyordu ve içinde bir şeylerin gıdıklanmaya başladığını hissetse de umursamadı.

"Oo Yorozuya abi de burdaymış." dedi Dimitri. "İyiyiz, Colin, son Quidditch maçında Hufflepuff'ın Slytherin'e 50 fark atmasını kutluyoruz. Gerçi Vali maçlarda biraz agresif oynuyor, karşı takımdaki Daniel'ın tam kafasına bir Bludger attı ve Daniel beyin kanaması geçirdi. Bir beyninin olmasına revir görevlisi dahil herkes şaşırdı! Şu anda hala revirde ama biz kutlamayı iptal etmek istemedik. Hem Vali de Daniel'ın sevgilisi Yalio yüzünden Hogwarts'ta kendisini pek güvende hissetmiyor. Sende ne var ne yok? Yorozuya'da işler nasıl?"

"Helal lan size! O yılanlara hadlerini bildirdiğinize sevindim. Daniel da o kadarcık şeyi büyütmeyiversin. Valla Yorozuya'yı kapadık, hiç hatırlatma."

"Nasıl yani? O manyak ev sahibin en sonunda kirayı ödemediğin için seni kovdu mu yoksa?"

"Hayır, ortağım Willy'i hatırlıyor musunuz?"
Valentine küçümseyici bir şekilde "Şu Clementine'le randevusunda altına sıçan değil mi?" diye sordu. "Aynen, işte o beni yakalaması için bir kelle avcısı tuttu. Aslına bakarsanız şu anda kaçıyorum. Hahahaha." Colin aslında hiç de gülünç olmayan durumuna gülerek içkisini içmeye devam etti. Gıdıklayıcı his artarak devam ediyordu.

Dimitri ve Valentine şok olmuş vaziyette kalakaldılar ve aynı anda "Hassiktir!" dediler.

"Willy'nin kafadan kontak olduğu belliydi ama kelle avcısı tutmasını gerektirecek ne yapmış olabilirsin ki?" diye ekledi Valentine. Bu noktada Colin aniden yükselen suçluluk hislerinin birikmesi ve içkinin etkisini fazlasıyla göstermesiyle göz yaşlarına boğuldu. Dimitri'ye sarılarak ağlamaya başladı.

"Şıpıdık'ı kaybettim!"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Willy Lee
Kofti
Kofti
Willy Lee


Kayıt tarihi : 19/07/17

Arayış Empty
MesajKonu: Geri: Arayış   Arayış Icon_minitimePtsi Nis. 06, 2020 4:21 pm

Diagon Yolu’ndaki düzenli yaşamının bir anda tepetaklak olması yüzünden bir süredir Çatlak Kazan’a yerleşmiş olan Willy, bu durumdan hiç memnun değildi. Bir kere burada kalmak bedava değildi. Yıllardır konaklamaya para ödememişti. Hatta yıllardır herhangi bir şey için para ödediğini de hatırlamıyordu. Onun hayat tarzı daha çok “ihtiyacın kadar çal, aynı yerde fazla kalmadan ikile” minvalinde ilerlemiş, aklına bile getirmek istemediği lanet karıyı öldürdükten sonra kaçarken karşılaştığı Yorozuya’da da beleşe yaşama şeklinde gelişmişti. Tam olarak beleşe yaşıyordu denemezdi aslında. İnsanların saçma sapan ya da o kadar da saçma sapan olmayan işlerini yaparak geçimlerini sağlıyorlardı. Fakat o kadar az sayıda insan Yorozuya’ya başvuruyordu ki çoğunlukla kiralarını ödemelerini sağlayan geliri, kıçından uydurduğu işlerle kendilerine başvuran Eugenio Marquesa’ya borçlulardı. Eugenio Marquesa demişken, onu da bir süredir görmemişti Willy Lee.

Cebinde tek bir Galleon bile yokken Çatlak Kazan’da kalacak parayı nereden bulduğunu merak edebilirsiniz. Willy’nin aslında bir miktar parası vardı, yok değildi. Ancak bunu, eski dostu yeni düşmanı Colin’in başına ödül olarak koymuştu. Şıpıdık’ı kaybeden Colin’in Willy’ye sağlam bir hesap vermesi gerekliydi. Kelle avcısını, onu öldürsün diye tutmamıştı. Yakalaması için tutmuştu. Tuttuğu kelle avcısı, hedefi yakalayabilmesi için birkaç şeye ihtiyacı olduğunu, bu yüzden ödülü önden alması gerektiğini söylediğinde Willy, tereddütsüz bir şekilde elindeki tüm parayı avcıya vermişti. Colin’in karşısına getirilmesini her şeyden çok istiyordu çünkü. Hırs gözünü bürümüştü. Tabii ki; parayı alan kelle avcısı sırra kadem basmış ve Colin’in Co’sunu bile Willy’ye getirmemişti. İşte şimdi de meteliksiz bir şekilde Çatlak Kazan’da zaman öldürmekteydi. Odası zaman cesetleriyle dolmuştu.

Evet, cebinde tek bir Galleon yokken Çatlak Kazan’da kalacak parayı nereden bulduğunu hâlâ merak ediyor olabilirsiniz. Şöyle ki; öyle bir para da bulmamıştı. Odayı belirsiz bir süreliğine kiralamış ve tüm ücreti çıkış yaparken ödeyeceğini söylemişti. Planı, kelle avcısı Colin’i yakaladıktan sonra konaklama ücretini Colin’e ödetmekti. Tabii kelle avcısına tüm parasını önden verip elinde koca bir Colin’sizlikle kalınca planları da suya düşmüştü. Bu iş böyle olmazdı. İş başa düşmüştü. Colin’i kendisi bulmalıydı.

Hemen beynini çalıştırmayı denedi. O kadar uzun zamandır Yorozuya ailesiyle birlikte gerizekalı gibi yaşamıştı ki, beynini çalıştırması artık zor oluyordu. Zaten beynini çalıştırabilse, o gün tanıştığı bir kelle avcısına hedefin başına koyduğu tüm ödülü, hedef yakalanmadan vermemesi gerektiğini de düşünebilirdi. Ama düşünememişti işte. Gerçi para, Willy’nin endişelerinden biri değildi. Para gibi maddi konuları bir şekilde her zaman hallederdi. Onu esas endişelendiren şey Şıpıdık’tı. Şıpıdık uzun zamandır ortada yoktu. Bu kediyi ona alt komşusu, ev sahibinin yeğeni Estragon hediye etmişti. Kedi aslında onun kedisiydi fakat hayatına sonradan giren babasının yanına da sık sık gitmeye başladığından onunla yeterince ilgilenemediğini söyleyerek Şıpıdık’ı Willy’ye vermişti.

Beynini çalıştırma çabaları başarıyla sonuçlandı ve düşünmeye başladı sonunda Willy. Colin’in çevresi çok da geniş sayılmazdı. Yanına gidebileceği insanların sayısı fazla değildi. Yakın arkadaşı Eugenio Marquesa’nın onu koruduğundan şüpheleniyordu Willy ama Eugenio’ya da ulaşamamıştı. Bu yüzden ona da çok kızgındı Lee oğlu. Kendisi, o doğum yaparken bile onun yanında olmuştu. Tamam, Colin’in yerini söylemese de olurdu ama en azından kendisine ulaşmaya çalışan Willy’nin çağrılarını cevapsız bırakmayabilirdi. Willy kendisini dışlanmış hissediyordu. Hem arkadaşlarını hem de kedisini kaybetmişti. Hepsi de aptal oğlu aptal Colin yüzündendi. Onu bulmalıydı… Evet, onu bulmalıydı!!!

Daha hızlı ve efektif düşünebilmek için elini willysine götürüp onu yavaşça okşamaya başladı. Willy’nin willysi bazen ona düşünmesinde yardımcı olurdu. Willy’nin willysi başını iyice kaldırınca konuşmaya başladı. “Aaaaah Willy, uzun zamandır benimle beraber düşünmüyordun. Bana başvurduğuna göre çok çaresiz kalmış olmalısın.”

“Evet,” dedi Willy üzüntüyle willysine. “Çok çaresizim. Burada kapalı kaldım. O Colin denen yavşağı bulmam gerekiyor. Diagon Yolu’nda olmadığını biliyorum. Tanıdığımız kimsede de yok. Zaten herkese ‘Willy beni öldürecek ühü ühü’ diye duygu sömürüsü yaptığından da eminim. O yüzden kimse bana yerini de söylemiyor. Canım willym, bu işi çözsen çözsen sen çözersin. Nereye gitmiş olabilir bu herif?”

Willy’nin willysi bir süre sessiz kaldı. Hatta bir ara yumuşadı ve başını indirdi. Ancak Willy sabırlıydı. Ne kadar beklemesi gerekiyorsa o kadar bekleyecekti. Zaten günlerdir Çatlak Kazan’da boş boş beklemekten başka ne yapmıştı ki? Ara sıra tamamen uyumaması için willysini dürttü ve allah bilir ne kadar süre sonra willy konuştu.

“Eski dostun Colin’in zekası da senden çok parlak değil. Fazlaca gizli bir yerlere gidip saklandığını düşünmüyorum. Başına koyduğun ödülden haberdardır ancak ödül avcısının seni dolandırıp kaçtığını muhtemelen bilmiyor. Birkaç zamandır kaçak hayatı yaşıyor. Bu durum onu boğmuştur. Arkadaşlarıyla beraber olmak isteyecektir. Kalabalık ancak kele avcılarının uğrak yeri olmayan bir mekan düşünebiliyor musun?”

Colin gerçekten de süperzeka sayılmazdı. Willy’nin willysi her zaman doğru yönlendirmeler yapardı. Willy willysine her konuda çok güvendiğini söylemekten gurur duyuyordu. İşte yine ona yol göstermişti. Willy de çok zeki sayılmazdı ancak kafasına koyduğu şeyi becermek gibi bir yeteneği vardı işte. Colin’in nerede olabileceğini bulmuş olabilirdi. Şansını deneyecekti.

Hemen üstünü değiştirdi. Diagon Yolu’nda şöyle bir gezintiye çıktı. Dükkan vitrinlerine bakan insanların ceplerindekileri hızlıca ve ustalıkla yürütüp konaklama ücretini topladıktan sonra Çatlak Kazan’daki hesabını kapattı ve Hızır Otobüs’ü beklemeye başladı. Otobüs hızır gibi yetişti. Açılan kapıdan içeri giren Willy’yi karşılayan kafa/muavin sordu “Yolculuk nereye hemşerim?” Willy gözlerini uzakta bilinmez bir noktaya dikti ve buğulu bir sesle cevap verdi. “Hogsmeade Köyü’ne.”

Otobüsün uğraması gereken başka duraklar da vardı. Önce Londra’da bir yerlere yolculardan birkaçını bıraktıktan sonra kafa/muavin “Sıradaki sokak, Korku Sokaaaaa…” diyerek bir sonraki destinasyonu otobüs yolcularına bildirdi. Gel zaman git zaman Hogsmeade’e vardılar. Willy o kadar heyecanlıydı ki willysi uyanmıştı. Hemen ona sopayla birkaç kez vurarak bayılttı ve köydeki alkollü mekanları sıradan gezmeye başladı.

Üç Süpürge isimli oldukça kalabalık bir pubın önünde durdu Willy. İçerden yüksek kahkaha sesleri ve birçok insanın aynı anda konuşmasından kaynaklı uğultular geliyordu. Olsa olsa burdadır, diye düşünerek mekana arz-ı endam eyledi Lee oğlu. Kalabalıkta onu seçmesi kolay olmamıştı. Ama şüpheye yer bırakmayacak şekilde bu oydu. “Vay vay… Çilli bir yüz, ikinci el bir cübbe… Bu ancak sen olabilirsin. İşte sonunda seni buldum Lin =)”. Willy’nin dudakları gülümsese de gözlerinden psikopat bir ışık saçılıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Dimitri Kristopulos
Hufflepuff
Hufflepuff
Dimitri Kristopulos


Kayıt tarihi : 19/07/17

Arayış Empty
MesajKonu: Geri: Arayış   Arayış Icon_minitimeSalı Nis. 07, 2020 9:37 pm

Dimitri ve Kristopulos, yani Dimitri Krisopulos, Quidditch galibiyetlerini kutlamak üzere ekibi toplayıp Üç Süpürge'ye geldiklerinde çok neşeli ve biraz da yorgundu. Her zamanki yaralı ruh hali bile arka planda kalmıştı. Vali ile ikisinin Vurucu olarak geçirdiği ikinci seneleriydi ve bugün gösterdikleri performans en iyilerinden biriydi. Uyuşturucu bağımlılığı yüzünden okuldan atılmamak için rehabilitasyon programına katılmaya mahkum edilmiş olan Daniel ise, zorunlu olarak spor aktivitelerine dahil olmak zorunda olduğu için yedekten Slytherin Quidditch takımına katılmıştı. Normal kadrodaki Kovalayıcı ishal olunca yerine Daniel girmişti ve ne yaptığını çok da bilmiyora benzemiyordu. Yani Vali onun koca kafasına Bludger'ı basmadan önce de Slytherin'in skoru pek iyi sayılmazdı. Dimitri onun Bludger'ı yemesinin ardından Vali'yle havada çak yaptı ve "Kardişim ne vurdun bee!! Daniel'a bişi olmaz zaten, Slytherin'liler vurdurmaya alışıktır ehuehu!" diyerek oynamaya devam etmişti. Her Bludger'a vurduğunda, Gryffindor tribününü örgütleyerek özellikle kendisi ve kankisine karşı tezahürat yapan Ewan ve Ivan'ın yüzünü hayal ediyordu. Sonunda Paolo bir arayıcının şaşmaz becerisiyle Snitch'i yakalayınca maç sonlanmış, takım ise hep beraber kutlamaya gelmişti.

---

"Yo Slytherin,
Nerde senin rekabetin
Bütün takım rezaletin
Lan Daniel, yok mu senin beynin?

Bu sene şampiyon biz
Ezberle adımızı, Hufflepuff biz
Tıs tıs tıslama, sabrımızı taşırma
Gördüğün gibi, fena sikeriz"


diye şarkılarının rep kısmını bitirdikten sonra Dimitri dayanamayıp arabesk yapmaya başladı çünkü hiçbir rep arabesksiz tamamlanamazdı.

"Her gece göz yaşlarım
Dökülür gece gece
Gözlerim ve gözlerimin yaşları
Sıcak sıcak akar gecelere

Özel gece kutumu sakladım bir gece
Gece gece, bin bir gece
Uzun ince bir yoldayım
Ağlıyorum gündüz gece"


Bu duygusal arabeskin ardından gözleri dolan Dimitri, Valentine'in ensesine şaplak atmasıyla kendine geldi. "Şampiyonluk kutlamasında ne saçmalıyon lan sen?" dedi Valentine. Tam ona insanların her türlü duygusunun her zaman şarkılara dökülmesi gerektiği hakkında bir nutuk çekecekti ki Yorozuya Colin abinin gelişiyle şaşırdı. Yorozuya Colin-chan her zamanki gibi dertliydi ve peşinde bela getiriyordu. Dimitri onun bu haline üzülmüştü ve tam yine hüzünlü rap yapacaktı ki Valentine yine ona vurunca vazgeçti. Kendisine sarılıp ağlamakta olan Colin'i pışpışlayıp,

"Takma ya, Willy köfte değil miydi?" dedi.
"Köfte değil gerizekalı, kofti." dedi birden bire yanlarında beliren Verona.
"Aman neyse ne, o seni burada hayatta bulamaz. Gel beer pong oynayalım." Ama Colin beer pong oynayacak modda değil gibiydi. "Peki ya Şıpıdık ne olacak? Bana ettiği hakaretleri çok özleyeceğim... Dimitri... ya... ya onu hiç bulamazsak?" deyip daha çok ağlamaya başladı ve kalan içkisini kafasına dikti. Dimitri çaresizce bir şeyler yapmasını umarak Verona'ya baktı.
"Eee, Verona, ver ona da morali düzelsin."
Tam Verona ona bu yorumu için öldürücü bakışlar verirken Willy'nin gelmesiyle bakışlar Willy'e döndü. Colin o kadar sarhoştu ki durumun farkında değildi ve hala Şıpıdık'tan bahsediyordu. "Bir kere tuvaletini temizlemediğim için uyurken gelip kafama sıçmıştı. Ne kadar güzel günlerdi... Dimitri, ben Şıpıdık'sız bir hiçim."

Willy gereksiz bir şekilde son derece iyi tanıdığı Colin'i tanımak için onun çillerinden ve cübbesinden bahsedince Dimitri iyice gerildi. Willy psikopat bakışlar atıyordu. Dimitri onu bir arabesk raple sakinleştirmeye karar verdi.

"Yo Willy, Willy'in iyi mi?
Bağışla Colin'i
Çünkü o değerli kedini kaybetti
ve hayatını mahvetti."
dedi Willy'e dönerek. Willy hiç de sakinleşmiş görünmüyordu. Verona şaşkın bir şekilde Willy'e bakan Colin'i korumak istercesine asasını çekmişti. Daha sonra Colin Verona'nın kolunu tuttu ve "Dur, Verona. Ben ölmeyi hak ediyorum." dedi. "Öldüüür beni Willy." diyip kollarını iki yana açtı. Tam o sırada Willy ışık hızıyla cebinden bir 9mm tabanca çıkartıp Colin'e sıktı.

"Oha gerçekten öldürdü."
dedi Colin ve bayıldı. Valentine karı gibi çığlık atıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexander Griffiths
Hufflepuff
Hufflepuff
Alexander Griffiths


Kayıt tarihi : 23/07/17

Arayış Empty
MesajKonu: Geri: Arayış   Arayış Icon_minitimeÇarş. Nis. 08, 2020 7:43 pm

Alexander Griffiths bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini yatağında dev bir hayalkırıklığına dönüşmüş olarak buldu. Bu durum onu hiç korkutmadı, sadece çok etkiledi… Uzun zamandır dev bir hayalkırıklığı olarak uyanmaktaydı zaten. Verona’ya olan hislerini ona açamamak, genç delikanlıyı huzursuz ediyordu. İçindeki huzursuzluğu bir nebze olsun azaltmak için aile işlerine yoğunlaşmıştı ama cinlere, şeytanlara, acayip heyvanlara benzeyen yaratıklar ona hiç de iyi gelmemişti. Alex’i her zaman mutlu eden Quidditch bile eskisi kadar zevk vermiyordu artık. Bu konuyu kimseyle konuşamamak da içinde büyüyen sıkıntıya hiç yardımcı olmuyordu. Ravenclaw’la berabere kaldıkları bir maçın ardından Ortak Salon’da kankileri Vali ve Dimi ile konuşurken dökmüştü içini en sonunda ama isim vermeden tabii ki… Çok güzel, çok tatlı, çok akıllı, çok politik bir kızdan çok hoşlandığını ama bunu ona asla itiraf edemeyeceğini çünkü reddedileceğinden emin olduğunu ve onun arkadaşlığını da kaybetmek istemediğini gözleri yaşlı bir şekilde anlatmıştı onlara. “İşte böyle…” demişti iç çekerek. “Neyse, ben kitabıma devam edeyim.” Uzanıp Lenin’in ‘Devlet ve Devrim’ isimli kitabını almaya yeltendi ama Dimitri elini onun elinin üstüne koymuştu bile. “Dostum, içindekileri rape dökmelisin.” Valentine, sarhoş kafasını aşağı yukarı sallayıp duruyordu. “Evet kanka! Derdine rapten iyi derman bulamazsın. Bir kere denesen ne demek istediğimizi anlayacaksın.” Alex rap dinlemeyi sevse de duygularını rap ile ifade etmeyi daha önce hiç düşünmemişti. Yine de Vali ve Dimi’nin sözlerine bir şans verdi. Bir hafta sonu yatakhanede sessizlikte otururken eline parşömen ve tüyünü aldı. Ve duygularını kağıda dökmeye başladı…

“Yo Verona,
Veriyon ona buna,
Vermiyon hiç bana,
Kurban olam sana.

Vermesen de olur bana,
Tek isteğim kalbin aslında,
Senin için gömüldüm kitaplara,
Çok sıkıcı bu komünist dava.

İkimizin saçları da sarı,
İkimiz de çalışkan, sanki iki arı,
Hiç unutmam bira içtiğimiz barı,
Yeter artık sev beni be karı!

Alex geldi sözlerinin sonuna,
Rap iyi geldi iç sıkıntıma,
Üçüncü kıtanın kafiyesi farklı,
Ama olsun, gebersin Rus çarı!!!!”


Bu gerçekten de iyi hissettirmişti. Bu yazdığı rapi kendisinden başka kimsenin görmemesi için hemen kağıdı kıvırıp kıçının içine soktu ve bahçeye indi temiz hava almak için.

Yine bir gün Quidditch’teki başarılarını kutlamak için geldikleri Üç Süpürge’de sessizce sarhoş oluyordu. Arkadaşlarının yanındaki şamatadan dışlamıştı kendini. Dertli bir şekilde içiyordu. Fakat duyduğu silah sesi, dikkatini kendi dertlerinden uzaklaştırdı ve arkadaşlarının olduğu masaya doğru koştu sarhoş bir şekilde. Elinde silah tutmakta olan biri ve onun karşısında yere yığılmış Colin’i görünce neye uğradığını şaşırdı. “O şey… Öldü mü?” dedi incecik bir sesle. O şey dediği Colin, yerde hareketsiz bir şekilde yatıyordu. Elinde silah olan kişi ayağıyla dürttü Colin’in yerdeki bedenini.”Şşşş, lan! Oğlum! Sıkmadım ki lan sana. Sıkmadım oğlum. Manyak mısın sen elimdeki silah gerçek bile değildi. Lann! Lin! LİN!” Yabancının Lin diye hitap ettiği kişinin kendisi de bayıldığını sanarak kendini yere bırakmıştı ama aslında bayılmamıştı. Willy’nin şaka silahından çıkan ses o kadar gerçekçiydi ki korkudan ölmüştü!

“Olamaz!!!!!!!” diye deliriyordu silahlı yabancı Willy. “EN YAKIN DOSTUMU ÖLDÜRDÜM!” Alex’in sarhoşluğu yavaş yavaş geçmekteydi. Kendisini daha ayık hissediyordu. Hemen duruma el koyması gerektiğini hissetti ve elini Colin’in boynuna götürüp nabzını ölçtü. Nabız falan yoktu… Colin ölmüştü. Kalabalığa dönerek “Ölmüş.” Dedi. Özellikle kızlar çığlık koparıp bayılma hareketleri falan yapıyorlardı üff çok sıkıcıydı. Onun hoşlandığı kız hiç böyle şeyler yapmazdı. Şimdi burada olsa, çoktan katili dövmeye başlardı. Sahi, o neren burada değildi acaba?

“Yaygarayı kesin!” Alex’in sesi çok güçlü çıkmıştı. Kendisine oldukça güvendiği bir alanda boy gösterecekti şimdi. “Onu geri getirebilirim!” Herkesin yüzündeki şaşkın ve inanmaz ifadeyi gördükten sonra sesini biraz alçaltması gerektiğini fark etti. Kendisiyle beraber daha önce Cehennem’e gelen ekip ona yeterdi de artardı bile. Hemen Vali ile Dimi’yi kenara çekti. “Siz, ben, bu Willy denen mal, kardeşim Daniel Cennet’e gidip Colin’i kurtaracağız. Cehennem’den çok daha kolay olacağından emin olabilirsiniz.” Zavallı Alex, yani haleeeeex, ne kadar da masumdu… Cennet’e gidecek ekibin bu kadarla kalacağına gerçekten inanıyordu…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Daniel Griffiths
Slytherin
Slytherin
Daniel Griffiths


Kayıt tarihi : 09/04/20

Arayış Empty
MesajKonu: Geri: Arayış   Arayış Icon_minitimeCuma Nis. 10, 2020 3:24 am

Üçüncü kez okulda uyuşturucu kullanırken yakalandığı için sıkı denetim altındaydı ve bir süredir uyuşturucu kullanamamıştı Grifiths oğlu. Bu da yetmezmiş gibi sigara ve ottan muşmulaya dönmüş ciğerlerinin kaldıramayacağı kadar çok idman gerektiren spor aktivitelerine de katılması gerekiyordu okulun onu mecbur tuttuğu rehabilitasyon programı içerisinde. Özetle, Daniel bir süredir yokluk çekmekteydi ve uyuşturucu özlemiyle yanıp tutuşuyordu. O kadar kötü yoksunluk gösteriyordu ki sex drugs ve rock n roll yapacak zamanı bile olmuyordu zavallı Daniel'ın. Günlerdir yaptığı tek şey Hogwarts duvarlarındaki boruların içinde kayarak "Koko.... koko istorum.... herrrkess ölmeliii..." diye fısıldamaktı. Doğal olarak sessiz ve ketum olan Daniel, sessizlik ve ketumlulukta level atlayarak bu iki cümle dışında hiçbir cümle kuramamaya başlamıştı. Yalio'yla da araları kötüydü çünkü yoksunluğu yüzünden Daniel'ın pipisi kalkmaz olmuştu, bu yüzden Yalio'nun yalama ihtiyacını da karşılayamaz hale gelmişti. Bu da bir Slytherin öğrencisine asla yakışmıyordu! Daniel geceleri gizlice ağlıyordu bir süredir. Kardeşi Alex'le bile konuşmuyor, ona sadece boş nazarlarla bakıyordu.

Quidditch günü geldiğinde Daniel iyice hayata küsmüştü ve süpürge üzerinde olduğunun bile çok da farkında sayılmazdı. Ezik Huffle Valentine Marquesa'nın tam kafasına attığı Bludger'ın etkisiyle süpürgesinden düşerken gerçekten de bulutlarla uçuyordu. Uzun süredir bu kadar iyi hissetmemişti! Hemen sonra engin denizlerde yüzdüğü ve bulutlarla uçtuğu bir rüyaya daldı. Rüyasında sessiz ve ketum biriydi.

Daniel uyandığında başında keskin bir ağrı vardı. Sessiz ve ketum bir şekilde gözlerini açtığında hastane gibi bir yerde olduğunu fark etti ama neden orada olduğunu hatırlayamadı. Karşısında yakışıklı bir genç duruyordu. "Hey, sen de kimsin?" dedi yakışıklıya. Sonra da "Peki aaa... ben kimim?" diye sordu. Daniel sessiz ve ketum bir karaktere sahip olduğu dışında hiçbir şey hatırlayamıyordu.
"Daniel şimdi şakanın sırası değil, kalk cennete gidiyoruz."
"Ben şaka yapmam, sessiz ve ketum biriyimdir." dedi Daniel.
"Haaalex, sanırım cidden hafızasını kaybetmiş. Bence onu burda bırakmalıyız."
"Olmaz, Verona. Cennete gitmek için Daniel ile güçlerimizi birleştirirsek kolayca dünyaya geri dönebiliriz. Ne diyorsun denyo?"
"Denyo??"
"Evet."
"Güçlerimizi?" Daniel'ın sesi biraz yüksek çıkmıştı ve Halex denen kişi gergin bir şekilde etrafına baktı.
"Çaktırma."
"Birlikte?"
"...birleştirerek..."
"Güçlerimizi."
"Uzatma tanışalım, Alex ben."
"Ben de Memet Zeytinburnu çocuyum Kazlıçeşme'de deri atölyesinde çalışıyorum." dedi sonunda kim olduğunu hatırlayan Memet.
Halex ve yanındaki minik sarışın kız birbirlerine boş nazarlarla baktılar. Daha sonra Halex sordu:
"Böyle deri mont falan mı yoksa ayakkabı üzerine mi?"
Memet bu saçma soru üzerine gözlerini devirdi. "Ezik misin ya sen?" diye sordu Zeytinburnu çocuğu.
"Tamam Memet, şimdi bir arkadaşımızı kurtarmak için cennete gideceğiz. Hadi kalk çabuk. Cennete gitmek hiç kolay bir şey değildir. Hatta çok zor bir şeydir. Yürü yürü!"
"Off taam ya çekme geliyorum ya."

Halex denen kötü adam Memet'i çekiştirerek ayağa kaldırdı ve daha sonra kıçının içine girerek onu bir yerlere götürdü. Halex'in kıçının içinden çıktığında tanımadığı bir sürü yüzle çevrilmiş olduğunu gördü. Burada ne yapacaklarını anlayamadı, Memet'in bir an önce deri işine geri dönmesi lazımdı. Tam bunu Halex'e söyleyecekti ki Halex'in erkeksi bir sesle konuştuğunu duydu.

"Beyler bayanlar, ben kaptanınız Alexander. Bugünkü yolculuğumuz cennete olacak. Merak etmeyin, kardeşim ve ben profesyoneliz. Talimatlarımıza harfiyen uyarsanız hepimiz güvenli bir şekilde geri dönebiliriz. Uymazsanız... Onu sonra konuşuruz. =) Evet, şimdi bir çember oluşturalım. Cennete gitmek için Kâbe'ye cisimlenip size dağıttığım kağıtlardaki ilahiyi söyleyeceğiz. Herkes el ele tutuşsun. Tamam, gidiyoruz."

Bir an sonra gözlerini Kâbe'de açtı Zeytinburnulu Memet. Kâbe'nin etrafında yeniden bir çember oluşturdular ve söylemeye başladılar.

"Sordum sarı çiçeğe
Annen baban var mıdır
Çiçek eydür derviş baba
Annem babam topraktır.
Hak Lâ ilâhe illellah
Allah Lâ ilâhe illellah."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexander Griffiths
Hufflepuff
Hufflepuff
Alexander Griffiths


Kayıt tarihi : 23/07/17

Arayış Empty
MesajKonu: Geri: Arayış   Arayış Icon_minitimeSalı Nis. 14, 2020 8:03 pm

<block>
Cennete varabilmek için ilk durakları Suudi Arabistan’da bulunan Mekke diye bir şehirdeki değişik bir mimari yapıydı. Aslında değişik olmasının sebebi, hiçbir özelliği yokmuş gibi görünen bu kare şeklindeki yapının etrafında binlerce insanın aynı anda dönmesiydi. Alex bunu son derece ilginç buluyordu. Kâbe denen bu yapının özellikle bir yerine fazlaca ilgi var gibi görünüyordu. Herkes oraya dokunmaya çalışıyordu. Hatta bazıları öpmeyi bile deniyordu. Önce kendi aralarında bir çember oluşturup ilahiler söyleyerek dönmeye başlasalar da daha sonra kendilerinin de kalabalığa karışıp onlarla birlikte dönmeleri gerektiğini idrak ettiler. Alex deneyimli olduğunu iddia etse de daha önce Cennete hiç gitmemişti. Birden fazla kere cehennemde bulunmuş olsa da Cennet ve Cehennem tamamen farklı ve birbirlerinden çok uzak iki yerdi. Ayrıca Cennete gitmeye çalışırken yolu kaybedip Arafa düşerlerse işte o zaman neler olacağını hiç kestiremiyordu. Endişe içerisinde, buradaki insanların ‘tavaf’ olarak adlandırdıkları dönme işlemini gerçekleştirirken, hemen arkasında tavaf etmekte olan kardeşinin sesini duydu. Daniel eğilere Alex’in kulağına fısıldadı. “Seni çok gergin görüyorum kardeşim. Sanki daha az önce hasta yatağından kaldırılan kişi senmişsin gibi. Her an kusacak gibi görünüyorsun.” Alex kafasını çevirip Daniel’a baktı. Kardeşinin yüzünde yavşakça bir gülümseme vardı. Karşısındakinin hoşuna gitmeyecek bir şey söylemeden önce yüzü her zaman böyle görünürdü. “Bir line çeksen hiçbir şeyin kalmayacak.” Alex hiçbir şey söylemeden tavaf etmeyi sürdürdü. Fakat üzerindeki gerginlik ve sorumluluk katlanarak artmaktaydı sanki. Neden üstüne vazife olmayan işlere bulaşıp duruyordu ki? Şeytanla anlaşma yapmakla başlayan ilahi hikayesi Cehenneme gitmekle devam etmişse de Şeytanla daha önceden tanıştığı için bu o kadar zor olmamıştı. Fakat Cennet? İşte buraya girebileceğini düşünerek gerçekten saçmalamıştı. Egosu, gerçeklerin ve yeteneklerinin önüne geçerek yanlış bir karar almasına sebep olmuştu. Off, Verona’yla Ortak Salon’da devrim tartışıyor olsaydım keşke şu an diye düşünse de sonuçta artık buradaydı ve Colin denen büyücüyü kurtarmak için de söz vermişti. Sözünden dönecek değildi. Bir kere olsun Daniel’ı dinlemeye karar verdi. Kardeşinin kendisine uzattığı tabladaki çizgilerden birini burnunun içine çekti. Kısa bir süre sonra kendisindeki değişimi hissetmeye başlamıştı bile. Beyni vızır vızır çalışıyordu.

Tam Daniel’a dönüp ‘Vay canına! Demek kokain buymuş… Vay canına…' diyecekti ki onun yalnız olmadığını gördü. Tüm bu işleri başına açan Willy ile beraber uyuşturucunun ne kadar mükemmel olduğu hakkında muhabbet edip kokain çizgileri çekiyordu kardeşi. Daniel’ın bu deliyle beraber butik uyuşturucu partisi düzenlemiş olmasına çok sinirlenen Alex, bir an için Cennete gitmeye çalışmaktan vazgeçmeyi bile düşündü. Fakat bu, onun karakterine hiç uygun bir şey değildi. Uyuşturucu muhabbeti bitmiş, ruhsatsız silah muhabbetine geçmişlerdi. Yazar, Daniel ve Alex’in Melez mi Safkan mı olduklarını unuttuğu için Daniel’ın silah hakkındaki bilgisinden emin olamadı ve bu kısmı hemencecik geçiverdi o yüzden.

Dikkatini dönen insanlara verdi yeniden. Kâbenin özellikle ellenmeye ve öpülmeye çalışılan yerine yaklaşmıştı o da. Daha dikkatli bakabilmek için kalabalığı yardı. Bir taşı öpmeye ve ellemeye çalışıyordu bu kadar insan. Iyy, ne iğrenç diye düşündü Alex fakat merakına yenik düşüp o da dokundu taşa.

Bir saniye içerisinde kendisini başka bir yerde buldu. Bir kemerin önündeydi. Kocaman bir kemerdi bu. Yüksekliği o kadar fazlaydı ki, Alex bunca yüksekliğe kimin ihtiyacı olur ki diye düşündü. Kemerin iki yanında iki kişi bekliyordu. Bu kişiler de çok uzun boylulardı ve beyaz kıyafetler giymektelerdi. Sol tarafta bekleyen kişi bir kadın, sağ tarafta bekleyen kişi ise bir erkekti. Alex yavaşça onlara doğru ilerlemeye başladı. Bu iki uzun insana yaklaştıkça, onların kendisini gülümseyerek beklediklerini fark etti. “Merhaba Griffiths oğlu.” dedi solda bekleyen kadın. Dudakları gülümsese de gözlerinin güldüğünü söylemek zordu. “Aklından geçenleri biliyorum Griffiths oğlu.” dedi diğer adam. “Gerginsin. Burada ne aradığını merak ediyorsun. Her şeyden önce de burasının neresi olduğunu merak ediyorsun.”
“Burası aradığın yer Griffiths oğlu.” Bu kez kadın konuşmuştu. “Fakat burada hoş karşılanacağını söylemek yalan olur.” Dudaklarındaki gülümseme silinmişti. “Hatta buraya ne cesaretle geldiğini de merak ediyorum doğrusu.”
“Dur bir dakika kardeşim.” dedi adam. “Buraya gelebilen herkes, buraya gelebilmeyi hak etmiş demektir. Misafirlerimize hak ettikleri şekilde davranmak ve onlara Cennetteki yollarını göstermek de bizim görevimiz.” Kadın, artık içindeki öfkeyi saklamaya bile çalışmayarak adama tısladı. “Luciferla ortaklık eden birini Cennetimize almamı nasıl beklersin? Babam buna çok sinirlenecek!”
“Babam, hak etmeyen kimsenin bu kapıya gelemeyeceğini ve gelen herkese eşitimizmiş gibi davranmamızı öğütlemedi mi? Bizzat kendisi, bunu söylemek için binlerce yıllık sessizliğini bozup yanımıza gelmedi mi? Sence babamız bu genç delikanlının burada bulunmasına mı daha çok sinirlenirdi yoksa çok değer verdiği inzivasını bozmaya değer bulduğu uyarısını dikkate almamamıza mı?”

İki kardeş birbirlerine delici nazarlarla bakıyordu. Alex ise sessizce başına gelecekleri beklemekteydi. Kısa bir süre sonra kadın Alex’e bakarak “Pekala Griffiths oğlu. Sana eşitimizmiş gibi davranmam gerekiyor. Bundan hoşlansam da hoşlanmasam da… Buraya ölümlü olarak geldiğini görebiliyorum. Bu nadirdir. Genelde insanlar buraya ölümlülüklerinden kurtulduklarında ölümsüz hayatlarını yaşamak için gelirler. Şimdi, bana burada neden bulunduğunu söylersen sana yardımcı olabilirim.” dedi.

Alex’in aklında bir sürü soru vardı. “İlk olarak, merakımı mazur görürseniz bir şey sormak istiyorum. Bana neden eşitiniz gibi davranıyorsunuz? Tanrı, siz meleklerin biz insanlara iman etmesini emretmemiş miydi? Hatta Lucifer ile araları bu yüzden bozulmadı mı?”
“Evet öyleydi,” dedi adam. “Fakat babamız, Lucifer’ın sinirlenmekte çok da haksız olmadığına karar verdi. Siz insanlar öyle şeyler yaptınız ki… Nihai kararı, bize eşit olduğunuz yönünde. Bizden üstün değilsiniz artık. Kardeşimiz bunu yüzbinlerce yıl önce öngörmüştü. Fakat babanızın haksız olması, onun babanız olduğu ve onun sözlerine saygı duymanız gerektiği gerçeğini değiştirmez. Babamız sizi yarattığında, yeni bir oyuncak elde etmiş gibi sevinçli ve heyecanlıydı. Onun bu çocuksu yönünü her zaman sevimli bulmuşsam da, yeni oyuncağına iman etmemiz söylendiğinde hepimiz bunu kaldırabilecek olgunlukta değildik. Lucifer Cennet’ten sürüldü fakat tek yaptırım bu olmadı elbette. Sana Cennet tarihi dersi vermekten her ne kadar zevk alacak olsam da zamanını fazlaca almak istemiyorum. Özetle, başka isyancılar ve başka yaptırımlar da oldu. Bazı kardeşlerimiz Lucifer’la beraber gitmek istediği için öldürüldü. Bazılarımız ise sadece eleştirdiğimiz için cezalandırıldık. Ben ve yanımdaki kız kardeşim de eleştirenlerdendik. Gördüğün gibi, artık sonsuza kadar Cennete gelenleri karşılamakla görevliyiz. Ve Cennetin sonsuz nimetlerine sonsuza kadar sırtımız dönük kalmak zorundayız. İşte bizim cezamız da bu.”

Alex hiç korkmamış, sadece çok etkilenmişti… Cennet tarihiyle ilgili daha fazla şey dinlemek istiyordu fakat Dünyada zaman geçmekteydi ve arkadaşları nereye gittiğini merak etmeye başlamışlardır bile. “Arkadaşlarımla beraber, yanlışlıkla ölen birini aramaya gelecektik. Cennete gelmeyi isteme sebebimiz buydu. Fakat bir şekilde ben tek başıma geldim ve şimdi onları buraya nasıl getiririm bilemiyorum.”
“Arkadaşlarını buraya getiremeyiz. Buraya ya onlar gelir ya da Uriel onları buraya getirir.” Kadın, kollarını göğsünde birleştirmiş, lanet saçan gözleriyle Alex’e bakıyordu.
“Fakat sana onlara seslenme fırsatı verebiliriz.” Alex, merakla adama döndü. Adam, cümlesini bitirdikten sonra elini arkasına götürmüş ve biraz uğraştıktan sonra bir megafon çıkarmıştı. “Bir şeyler saklamak için burada her zaman kıçımızın içini kullanırız. Gördüğün gibi melek kıyafetlerinin cepleri yok.” Alex sevinçle “BUNU BEN DE KULLANIYORUM!” dedi ve adam meleğin kendisine uzattığı megafona uzandı. Elinde biraz tutup incelese de nasıl çalıştığını anlamamıştı. Sorar gözlerle kemerin başındaki meleklere baktı.
“Sadece söylemek istediklerini söyleyeceksin Griffiths oğlu. Bu o kadar da zor olmamalı, değil mi?” Cümlesi bitince kadın gözlerini devirdi.

Alex, megafonu ağzına doğru götürüp seslendi. “Daniel. Hey, Daniel! Beni duyuyorsan ben Alexander. Cennete gelmek istiyorsanız o herkesin yalamaya çalıştığı taşa dokunmalısınız. Hemen dediğimi yap ve diğerlerine de söyle.” Alex megafonu indirip beklemeye başlayacaktı ki, Daniel’ın onu duysa da uyuşturucunun etkisiyle hayal gördüğünü sanacağı geldi aklına. “Bu arada, bu bir hayal değil gerçekten benim ve acil gelmeniz lazım.” diye ekledi bu yüzden. Bir süre sonra tüm grup gelmişti Cennetin kapısına.

Şaşkınlıkla geçen ilk bir dakika sonrasında Alex grubu toparladı ve onlar yokken öğrendiği her şeyi onlara aktardı. Artık Cennete girip Colin’i arama zamanı gelmişti fakat kapıdaki bu melekler o kadar kolay izin verecekler miydi acaba buna? Alex, lider olmanın verdiği gururla çalımlı çalımlı yürüyerek meleklerin yanına geldi. “Anlamıyorum,” dedi. “O taşa dokunan bir sürü insan vardı. Fakat sadece ben ve arkadaşlarım buraya geldik. Neden?”

Kadın dudaklarını büzüştürmüştü ama adam sevecenlikle konuştu. “Çünkü burada olması gerekmeyen biri asla buraya gelemez. Genelde bir kere gelirler ve bir daha çıkmazlar. Önceden de dediğim gibi, buradan girebilmek için ölümlü hayatının son bulmuş olması gerekirse de bu kesin değildir. Daha önce de buraya gelenler ve buradan gidenler oldu. Senin gibi.” Melek derin bir nefes alarak cümlesine devam etti. “Buraya arkadaşınızı kurtarmaya geldiğinizi biliyorum. Buna izin vermememiz gerekseydi burada zaten olmazdınız. Lütfen arkadaşlarını da al ve içeri gir. Cennete hoşgeldiniz.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Pavel Bozamikhin
Bay Ölüm / DFÖA Kaptanı
Bay Ölüm / DFÖA Kaptanı
Pavel Bozamikhin


Kayıt tarihi : 19/04/20

Arayış Empty
MesajKonu: Geri: Arayış   Arayış Icon_minitimePtsi Nis. 20, 2020 2:50 am

Bay Ölüm günün birinde DFÖA'nın güvertesinde oturmuş boza içiyordu. Sonsuz yaşında olmasına rağmen boza içmekten hiçbir zaman sıkılmıyor, sadece çok etkileniyordu. Fani köleleri Aleksey ve Vitali temizlik yapmaktaydı. Bunu kolayca büyüyle yapabilecek olmalarına rağmen Bay Ölüm sırf zevkine büyüsüz yapmalarını emretmişti. "Çalışınnn köleler!! Hah hah haaa..." diye onların durumuna güldü ve bir yudum daha boza içti. Keyfine diyecek yoktu ki birden bire DFÖA'nın alarmı çalmaya başladı. "Noluyo lan?!"

Bay ölüm hemen gemide kendisinden başka herkesin girmesinin yasak olduğu bölmeye yani geminin kıçının içine doğru koştu. Geminin kıçının içini açtığında Aleksey'in elinde bir toz beziyle şoka uğramış bir vaziyette Bay Ölüm'ün vitrinine baktığını gördü. Beyinsiz Aleksey Bay Ölüm'ün ruh koleksiyonunu serbest bırakmıştı!
"SEN NAPTIN?!!!"
"Bay.. bay ölüm şey yani yanlışlıkla şey yaptım ben temizliğe gelmiştim de burası da tozlanmış gibiydi...-"
"Bin yıllardır biriktirdiğim ruhlarımı salmışsın.... AMINA KORUM SENİN ÇOCUK!!!" diye bağırdı Bay Ölüm ve sinirden kendini kaybederek kıçının içinde sakladığı tırpanını çıkardı ve gözlerinde şimşekler çakarak Aleksey'in üzerine doğru yürümeye başladı. Bu sırada vitrininin içinden göz kamaştırıcı bir ışık çıkıyordu ve Pavel değerli ruhlarının bazılarının göğe, bazılarının da yerin dibine doğru ilerlediğini görebiliyordu. Tam tırpanıyla Aleksey'in ruhunu bükecekken bir ses duyuldu.

"HOOOEEAAAAAYIIIIIIIIRRR!!"

Aleksey'in eşit derecede gerizekalı olan ikizi Vitali Bay Ölüm'ün tırpanına arkadan yapışmış çekiyordu. Bay Ölüm tam ikisinin de ruhunu bükmeye karar vermişti ki önünde vitrinden çıkan ışıklardan oluşmuş bir figür belirdi. Bu, Pavel'in tam cennete gidecekken esir ettiği ruhun sahibi Colin Probin'di. Colin özel bir ruh olmamasına rağmen komik bir aurası olduğu için Bay Ölüm onu hapsetmişti. Diğer tüm ruhlar cennete veya cehenneme çoktan gitmişti bile. Son olarak Hitler'in karanlık figürü yer altına doğru çekildi.
"Hey hey hey Bay Ölüm, o iki aptalı bağışlarsan cennette kaybettiğin ruhları arayıp sana getirebilirim. Yapma ama yazık deyil mi onlara? Hem onları öldürürsen...-"
"Aslında onları öldürmeyecektim." diye Colin'in sözünü kesti Pavel. "Onların ruhlarını bükecektim yani sonsuza dek bir toz taneciği olarak evrende gezmek zorunda kalıp sonunda evrenle birlikte yok olacaklardı."
"Aman neyse ne, onların ruhlarını bükersen DFÖA'nın işlerini kim yapacak? Yeni köle bulmak kolay olmasa gerek bu, dönemde ruh çalan kişi pek kalmadı."
"Hımm, hakkın var ey ruh. Hep bu Y jenerasyonu yüzünden! Gençler artık karanlık sanatlara eskisi kadar ilgi duymuyor. Tek düşündükleri şey cep telefonları ve Mtagram!"
"Di mi ya! Onlarla birlikte cennete kaçan ruhları sana geri getiririz, karşılığında da bana hayatımı geri verirsin ödeşmiş oluruz. Ne dersin?"
Bay Ölüm bir süre için düşündü ve bu fikri beğendi. "Anlaştık, genç Probin. O zaman bu listeyi al ve kıçının içine sok. Bu listedeki herkesi bulduktan sonra hayatını bağışlayacağım."
"Bir şey sorabilir miyim, Bay Ölüm?" dedi Aleksey titrek bir sesle. "O listede kaç kişi var?"
Bay Ölüm pis pis sırıtarak cevap verdi. "7 tane cennette 8 tane de cehennemde olan ruh var." Bu gurur duyduğu bir rakamdı. Aleksey ise gülüyordu.
"Puhahahh yedi mi? Binlerce yılda 12 tane mi biriktirebildin?!" Bay Ölüm onu tekrar bükmeyi düşünerek hala elinde duran tırpanını sıktı. Bunu gören Aleksey bembeyaz kesilerek "Ehe şey... şaka yaptım =)" dedi.

Ardından hepsi birlikte güverteye gitti ve cennete doğru yol almaya başladılar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Colin Probin
Yorozuya
Yorozuya
Colin Probin


Kayıt tarihi : 09/10/10

Arayış Empty
MesajKonu: Geri: Arayış   Arayış Icon_minitimeSalı Nis. 28, 2020 10:46 am

Colin Probin'in ölümlü hayatının sonuna gelmişti. Son duyduğu şey en yakın dostusu Johnny Cash şarkısından fırlama Willy'nin silahından çıkan korkunç sesti. Ve.... öeeldüüü...

Belki de böylesi daha iyi oldu, diye düşündü Colin. Hayatını boş beleş yaşamıştı ve tembellik ederek geçirmişti. Boş beleş bir şekilde ölmek de ancak ona yakışırdı. Hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçerken bir damla yaş aktı nazarlarından. Aniden Şıpıdık'ın silüeti belirdi ve onu ışığa doğru çağırdı. "Don't go into the light Lin!" dediğini duyar gibi oldu eski dostu yeni katili Willy'nin. Yoksa bunların hepsi kafasının içinde mi oluyordu? Ama kafasının içinde olması neden gerçek olmadığı anlamına gelsindi ki? Eh çünkü çok saçma olurdu öyle olsa. Ayrıca ışığın çağrısı çok güçlüydü ve Colin'in pek de direnesi yoktu açıkçası. Şıpıdık'ın yanında en son yıllar önce kaybettiği annesiyle babası belirmişti. Yazar daha yaratıcı bir kurgu bulmakla uğraşmadığından, Colin seherbaz olan ailesini küçük yaşta kaybetmişti. Onlar insanları korumak için canını feda etmişken Colin bir bar taburesi üstünde 2pac'ın öldüğü yaşta boku bokuna ölüyordu işte. Onların yüzüne nasıl bakabilirdi ki? Son anlarında beynindeki tüm sinapslar bir bir patlarken gözlerinin önünde havai fişekler dans ediyor gibiydi. Belki de ölmek büyük bir macera olacaktı. Güzel laftı, yazın bunu kenara demek istedi Dimitri ve Valentine'e ama son nefesi bedenini terk ederken dudaklarını oynatamadı ve her şey karanlığa gömüldü...

Aradan bir an veya bir sonsuzluk kadar süre geçti. Colin yavaş yavaş farklı bir formda yeniden doğduğunu hissediyordu. Herhangi bir duyusu yokmuş gibiydi çünkü çok net bir şekilde öldüğünü ve çilli tuhaf bedenini geride bıraktığını hatırlıyordu. Yine de ruh formunda Colin gözleri olmamasına rağmen görebiliyor, kulakları olmamasına rağmen duyabiliyordu. Gördüğü ve duyduğu şey ise hiçlikten başka bir şey değildi. Tuhaf bir histi bu şekilde var olmak, bir bitki olmak gibiydi. Veya rüzgarın rüzgar olduğu için esmesi gibi Colin de bir ruh olarak sadece vardı, o kadar. Dünyadaki yaşamında kendisini yalnız hissettiği zamanlar çok olmuştu ve bundan dolayı acı çekmişti. Bu acıyla ise işleri şakaya vurarak veya alkolle baş etmeye çalışmıştı. Oysa buradaki yalnızlık acı verici değildi. Tanımlamak istese huzurlu bir yalnızlık olduğunu söyleyebilirdi. Tam sonsuza dek bu durumda mı kalacağını merak etmeye başlamıştı ki etrafında bir şeylerin oluşmaya başladığını fark etti. Bir takım renkler ve şekiller bir araya gelerek cisimleri oluşturuyordu. Aniden bomboş bir çayırın ortasında buldu kendini. Güneşli bir gündü ama ne sıcak ne de soğuk hissettiriyordu. Hafif bir rüzgar çimleri dalgalandırıyordu. Arkasını döndüğünde ise bir uçurumun kıyısında olduğunu fark ederek dehşete düştü. Uçurumun kıyısından öyle bir kaçtı ki poposunun üstüne düştü. "Hasiktir!" diye bağırdı kuyruk sokumunda hissettiği acıyla. Etrafında yeni oluşan dünyayla birlikte acı hisleri de geri dönmüştü. Dizlerinin üzerinde durup ayağa kalkmaya çalışıyordu ki bir ses duyarak irkildi. Uçurumun üzerinde bir köprü, kıyısında ise üç kişi belirmişti. Bunlardan biri mavi bir yaratık, biri Dorian Gray misali güzel bir adam, diğeri ise kocaman kanatları olan bir kadındı. Dorian Gray'e benzeyen adam elinde sade bir defter tutuyordu ve Colin ondan gözlerini alamadı. Gözlerimi geri verir misin acaba sende kaldı da, demek istese de bu üçlü o kadar büyük bir güç saçıyordu ki şimdilik çenesini tutmaya karar verdi. Yaşarken bu adamınkine benzeyen bir güzelliğe sahip olsa hayatı ne kadar farklı olurdu acaba?

"Küfür ederek pek de iyi bir ilk izlenim yarattığını söyleyemem, Colin Probin."
dedi kadın olan, soğuk bir sesle. Kadının sağında duran Dorian Gray yargılayıcı bir ifadeyle onu izlerken mavi yaratık ise gülmesini tutmaya çalışıyormuş gibi görünüyordu.

İşte başlıyoruz, diye düşündü Colin. Başına ne gelecekse burada belli olacakmış gibi hissediyordu, bununla alakalı olarak yeterince mitolojik film izlemişti. Bu sirk üçlüsü kesin onun kaderine karar verip Colin'i cehenneme mahkum edecekti! Colin işte şimdi sıçmıştı. Haysiyetini biraz toparlamak adına ayağa kalkarak üstünü silkeledi.  "Kusura bakmayın, sizi görmemişim. Yalnızım sanıyordum." Kadın yine nötr bir ifadeyle Colin'e baktı ve cevap vermedi. Aralarında bir süre için garip bir sessizlik oluştu ve boş nazarlarla birbirlerine baktılar. En sonunda Colin konuşmaya karar verdi.  "Şey... burası neresi acaba Bayan....?"
"Bana Rashnu diyebilirsin." dedi kadın. "Adaletin meleğiyim. Bunlar da küçük kardeşlerim Sraosha, vicdandanın meleği" dedi mavi yaratığı işaret ederek "ve Mithra, doğruluk ve dürüstlüğün meleği. Burası yaşam ile ölümün arasındaki köprünün olduğu yer, yani Sırat köprüsü."
Colin bu yolun nereye gittiğini şimdiden görebiliyordu. Direkt olarak cehenneme VIP bilet almış sayılırdı. O kadar sıçmıştı ki siniri bozulduğundan gülmeye başladı. Madem durum vahimdi, pekala sıçtığını sıvamaya başlayabilirdi. "Sırat mı?" diye sordu kaşlarını kaldırarak.
İsminin Rashnu olduğunu öğrendiği kadın ilk kez bir mimik belirtisi gösterek kafası karışmış gibi görünmeye başladı.
"Evet, sırat." dedi açıkça Colin'in beyinsiz olduğunu düşündüğünü ifade eden bir ses tonuyla.
"Koyim de tur at hehehehehe." Colin'in sinirleri o kadar bozulmuştu ki kendi saçma esprisine gözleri yaşarana kadar gülmeye başladı. Mavi yaratığın da yüzünde sanki kendini daha fazla tutamıyormuş gibi bir tebessüm belirdiğini şaşırarak fark etti. Dorian Gray'e benzeyen ise o kadar da eğlenmiş gözükmüyordu.
"Şunu direkt köprüden aşağı atabilir miyim, Rashnu?" diye sorduğunu duydu Dorian Gray'in.  
Rashnu gözlerini devirdi. "Olmaz, Mithra. Herkese adil yargılama yapmamız gerektiğini biliyorsun. Evet, mahkeme başlasın." dedi.
Colin sonunda gülmesini sonlandırarak acıklı bir gülümsemeyle yüzünü gökyüzüne çevirerek gözlerini kapadı ve yüzündeki hafif rüzgarı ve güneşin sıcaklığını hissetti. Sonra derin bir nefes alarak gözlerini açıp gökyüzüne baktı, bunu son yapışı olabilirdi. Tek tük birkaç bulutun sakin bir şekilde geçmesini izlerken hayatında (ya da ölümünde) ilk kez bir bulutu kıskandığını fark etti. Karşısındaki sirk üçlüsü neyse ki bu anı yaşamasına izin vermişti. Ardından Rashnu boğazını temizleyerek mahkemeyi başlattı. Elindeki deftere bakarak (ki üzerinde kocaman AMEL DEFTERİ yazdığı Colin şimdi görebiliyordu) okumaya başladı.  

"Colin Probin, Dean ve Gwen Probin çiftinin tek oğlu, 20 Ocak 1995 doğumlu, 25 yaşında, İngiliz, melez Büyücü, Yorozuya Lin-Chan işletmesinin sahibi, yetim. Sonsuz hayatına başlamadan önce ilk ve son kez gerçekleşecek olan yargılamanı başlatıyorum. Burada yaşamında yaptığın iyiliklerin ve kötülüklerin sonuçları ile yüzleşecek ve onların sorumluluğunu üstleneceksin. Mahkeme sonucuna göre sırat köprüsü bir şekil alacak. Mahkemenin son kararını köprü verecek. Eğer olumlu bir sonuç olursa köprü rahatça geçebileceğin bir forma bürünecek ve seni cennete götürecek. Olumsuz olursa köprü ince ve güçsüz olacak. Sonunda ateşten gölün içine düşeceksin ve ruhun yandığında ve neredeyse kül olduğunda Lucifer seni gölün altında karşılayacak. Hazır mısın?"

Rashnu'nun sözleri Colin'in üzerine fil oturmuş gibi bir etki yaparken Colin kısık bir sesle cevap verdi. "Değilim." Rashnu bunun üzerine  tek kaşını kaldırdı. "İstersen çay kurabiye falan getireyim, seni bekleyelim?"
Colin kadının onunla taşak geçtiğini bilmesine rağmen belki haline acırlar da yaklaşan felaketi erteleyebilirim düşüncesiyle "Olur?" dedi. Rashnu bunu duymazdan geldi. "Otur, Probin oğlu."
Tam Colin nereye diye soracaktı ki çimlerin üzerinde bir mahkeme kürsüsü ve sanık sandalyesi oluştu. Colin oturamayacak kadar gergin olmasına rağmen Rashnu'nun sabrını daha fazla zorlamamak adına bir kez olsun söylenileni yaparak oturdu. Daha sonra Mithra bir adım öne çıkarak "İzninle ben başlamak istiyorum, abla." dedi. Colin en çok doğruluk ve dürüstlüğün meleği Mithra'dan korkuyordu ve bu kötü bir başlangıç olacaktı. Rashnu'nun onu reddetmesi için içinden dua etse de kadın onaylayarak başını salladı ve "Kürsü senindir, kardeşim." dedi. Colin ayağının altından halı çekilmiş gibi hissederek derin bir nefes aldı. Mithra defteri Rashnu'dan alarak kararlı ve soğuk bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

"Colin Probin, fani dünyada geçirdiğin 25 sene boyunca zavallıca bir hayat sürdün, hayatını kazanarak değil, beleşçilik yaparak geçirdin. Sıradan bir insandan ortalama 2,5 kat daha fazla yalan söyledin." Mithra konuşurken beyaz ışıktan oluşan şekiller Colin'in gerçek hayatından sahneleri oluşturmaya başlamıştı. Şu anda bu ışıklar Colin'in nasıl kirayı ödememek için Cecil'dan kaçtığını sahneliyordu. Daha sonra ışıklar dönüştü ve hesabı Valentine'e kitlemek için onun kuzeni olduğunu iddia eden bir Colin'i göstermeye başladı. "Doğrudan hırsızlık yapmasan da insanlara kendini acındırarak senin ihtiyaçlarını gidermeleri için manipüle ettin." Işıklar yine değişerek Eugenio'nun şeklini almış, onun Colin'e acıyarak kafasından uydurduğu saçma sapan işleri göstermeye başlamıştı. "Hogwarts'taki eğitim hayatında pek çok kez kopya çekerek başka insanların hakkına tecavüz ettin." Bu kez ışıklar daha küçük bir Colin'i sahneliyor, Sihir Tarihi sınavında Colin'in nasıl kopya karşıtı tüy kalemi çaktırmadan değiştirerek kopya çekmenin bir yolunu bulduğunu gösteriyordu. "Sen, Colin Probin, dürüstlükten uzak ve kendi çıkarların için gerçekleri istediğin gibi değiştiren bir insan olarak yaşadın. Tsk ii aksamlar."

"Sihir Tarihi cidden zayıf olduğum bir alandı..." diye mırıldandı Colin ama bunun kendini savunmak için kötü bir argüman olduğuna karar vererek çenesini kapadı. Mithra'nın Colin'in ağzına sıçması bitince kürsüden çekileren yerini adaletin meleği Rashnu'ya bıraktı.

"Probin oğlu, dürüstlükten uzak bir insanın adalet anlayışı da tam olamaz. Yalan söyleyerek ya da borcundan kaçarak haksızlığa uğrattığın kişiler oldu. Ama aynı zamanda dünyada geçirdiğin sürede hayatın doğasının gerektirdiği pek çok adaletsizlikle de yüzleşmek zorunda kaldın. Küçük yaşta ebeveynlerini kaybettin ve diğer çocuklar tatillerde evlerine dönerken sen akraba akraba gezerek büyümek zorunda kaldın. Yine de adalete olan inancından vazgeçmedin." Kürsünün arkasındaki ışıklar Hogwarts üçüncü sınıftaki Colin'in haksız yere zorbalığa uğrayan bir çocuğu tek başına büyük sınıflara karşı savunmaya çalışırken dayak yediği zamanı gösteriyordu şimdi. "Haksızlığa uğrayan kişiler için çabalamaktan vazgeçmedin, çabaların sonuç vermese bile." Işıklar şekil değiştirerek Colin'in kaybettiği Şıpıdık'ı vazgeçmeden her yerde arayışını gösteriyordu. "Sen, Colin Probin genel olarak adil bir yaşam sürdün."

Mithra bu noktada küçümseyici bir hıh sesi çıkardı. Sözlerini tamamlayan Rashnu kürsüden inerek yerini vicdanın meleği Sraosha'ya bıraktı. Diğer ikisinin aksine Sraosha'nın yüzünde neredeyse hoşnut bir ifade vardı. Yaratık konuştuğunda ise sesi yüz ifadesine tezat oluşturacak şekilde korkutucu ve kalındı.

"Probin oğlu, dünyada geçirdiğin 25 senede karşılık beklemeyerek pek çok iyilik yaptın. Gidecek hiçbir yeri olmayan ve kötü şeyler yapmış olsa da iyi bir kalbe sahip olan bir koftiye kapını açtın." Işıklar bu kez polisten kaçan Willy'nin siluetini gösteriyordu. Teknik olarak ona kapısını açmış sayılmazdı, Willy sadece gitmeyi reddetmişti ama Colin de onu kovmamıştı tam olarak. Ayrıca sonuç olarak Willy onu öldürmüştü. "Hayır, Willy seni öldürmedi, Probin oğlu." Oha düşüncelerimi okuyabiliyor mu, diye düşündü Colin. "Evet, düşüncelerini okuyabiliyorum, Probin oğlu. Iyyy lütfen burada geleceğine karar vermeye çalışırken gey seks düşünme, Probin oğlu." Ama Colin ne yapsındı, birinin düşüncelerinizi okuyabileceğini öğrense kesin bu mavi canavarın da aklına gelmemesi gereken şeyler gelirdi. Eyvah şimdi de mavi canavarı gey seks yaparken düşünmeye başlamıştı. "Ehem ehem, neyse, devam edelim." Oh neyse ki canavar bunu çok da sıkıntı etmemiş gibiydi, belki de gerçekten geydi? Canavar büyük bir olgunlukla bunu duymazdan gelerek devam etti. "Willy sana gerçek bir silahla sıkmamıştı, Hufflepuff'ın dölü. Ama sen silah sesini duyunca korkudan kalp krizi geçirerek öldün."  Ah işte bunu öğrenmesi süper olmuştu. Aniden köprünün altındaki ateşten göl gözüne çok da kötü görünmemeye başladı. Bir şekilde cennete girmeye hak kazansa bile büyük bir cesaret örneği göstererek canını feda eden annesiyle babasının yanına bir korkak olarak ölmüşken gidecek yüzü nereden bulabilirdi ki? "Konumuza geri dönecek olursak, Probin oğlu, para ödeyecek durumda olmadan Yorozuya'ya gelen kişilere yardım etmeyi kabul ettiğin zamanlar oldu." Kürsünün arkasındaki ışıklar yine değişerek, ölmüş eşinden geriye kalan son şey olan ve efsunlu olduğu için de büyü ile bulunamayan yüzüğünü kaybeden yaşlı teyzenin yüzüğünü arayan Colin'i göstermeye başladı. (çok kötü bi cümle düzeltemedim askfja) "Dilsiz ve çaresiz olan hayvanlara yardım etmekten çekinmedin." Işıklar bu kez o günkü tek yemeği olan salamlı sandviçinin salamını sokaktaki aç bir kedi ile paylaşan Colin'i gösteriyordu. "Sen, Colin Probin, oldukça vicdanlı bir yaşam sürdün."

Sraosha bu sözlerinin ardından kürsüyü terk ederken Colin içindeki duygu seliyle boğuşuyordu. Sraosha'nın gösterdiği şeylerin hiçbirini günün birinde cennete giderim lol diye düşünerek yapmamıştı aslında ama böyle bir durumda belki de onu kurtaracak tek şey bu olacaktı. Rashnu arkasını dönerek köprüye doğru ilerledi. "Yargılama tamamlandı. Sırat köprüsü, bize kararını göster." dedi. Rashnu sözlerini tamamlar tamamlamaz köprü eğrilmeye, bükülmeye ve şekil değiştirmeye başladı. Colin nefesini tuttu. Eğer köprü efsanelerdeki gibi kıldan ince olursa işi bitmişti. Neyse ki köprü dönüşümünü tamamladığında ortalama boya ve kiloya sahip bir kişinin yürüyebileceği bir forma büründü. Colin buradan köprünün birkaç tahtasının eksik olduğunu ve bazı yerlerinin diğer yerlere göre daha dar olduğunu görebiliyordu ama üstesinden gelemeyeceği bir şey değildi. Deminden beri tuttuğu nefesini verirken üzerinden büyük bir yükün kalktığını hissetti. Gitme vakti gelmişti.

Yavaş yavaş köprüye doğru ilerledi ve bu güzel çayıra son bir kez baktı. Karşısında onu neyin beklediğini bilmiyordu. Ayrıca köprü nispeten sağlam gözükse de bir anda kopup Colin'i literally cehennemin dibine göndermeyeceği kesin değildi. Kendisini yargılayan meleklere elini uzatarak "Eh görüşürüz o zaman. Tanıştığıma memnun oldum, Saşa, Mitya ve Kaju." dedi.
"Sraosha, Mithra ve Rashnu," diye düzeltti Sraosha ve Colin'in elini sıktı.
"He pardon, gerginlikten bağırsaklarım çok çalışıyordu tam dinleyemedim de." Rashnu da Colin'in elini sıktı ama Mithra ona orta parmağını göstermekle yetindi. Colin omuz silkerek köprüye adım atıyordu ki uzun zamandır duymadığı bir sesin çayırda yankılanmasıyla buz kesti.

"Sen dur bakalım orada!"

Bu sesin duyulmasıyla birlikte Colin'in önündeki köprü adeta toza dönüşerek yok oldu. Colin çok iyi biliyordu ki bu kişi hayatında ya da ölümünde bir daha görmek istemediği, saçma bir şekilde aşırı güçlü olan Bay Ölüm'dü.  "Sraosha, Mithra ve Rashnu... amcanızı özlediniz mi bakim?"

Sraosha'nın mavi tüylerini kabartarak hırlamasına bakılırsa pek de özlemiş gibi durmuyorlardı. Rashnu konuştuğu zaman hırlamadıysa da Colin'e Sraosha'ya eşit derecede korkutucu görünüyordu. "Kaybol buradan, amca. Bu ruhu son yolculuğuna uğurlamak üzereyiz." Bay Ölüm iki kardeşin de neredeyse somut biçimde saçtığı güçlü auradan hiç etkilenmeden elindeki boza kadehinden bir yudum aldı. "İşte o konuda yanılıyorsun, minik yeğenim. O ruh bana ait. Bak." Bay ölüm bir eliyle kadehi tutarken diğer eliyle Colin'in alnını işaret ediyordu. Üç melek de sanki Colin'in alnında bok varmış gibi tiksinerek ve dehşet içinde ona bakıyordu. Colin içgüdsel olarak elini alnına götürdü. "Ne? Ne var alnımda?" diye alnını ovuştursa da eline garip gelen hiçbir şey yoktu.
"Ne olduğunu söyleyeyim, zavallı ruh. Alnında 'Bay Ölümün malıdır. -Bay Ölüm' yazıyor. Yani artık benim koleksiyonumun bir parçasısın. Yani bu sonsuza dek vitrinimde kalacaksın demek oluyor. Hitler'le çok iyi anlaşacağına eminim. Hadi gidelim!"
Colin içgidüsel bir şekilde Sraosha'nın dev bedenin arkasına doğru geri geri adım atmaya başladı. "Yoo dostum, yoo. Az önce yargı sınavımı geçtim ben cennete gidiyorum. Di mi lan, Sraosha?" Sraosha ona acıyarak bakmak dışında bir şey yapmıyordu. "Sraosha..."
"Üzgünüm Colin, Bay Ölüm seni işaretledikten sonra elimizden hiçbir şey gelmez. Gitmek zorundasın küçük dostum. Hadi selametle..."

---

Daha sonra Bay Ölüm'ün rp'sindeki olaylar geçti ve rp çok uzadığı için yazar artık toparlamaya karar verdi. Bay Ölüm'ün gemisinde kaçan ruhları aramak için cennete geldiler. Colin ise vitrinde çektiği işkenceye rağmen ölümle anlaşma yaptıktan sonra hayatını geri alabileceği için mutluydu. Bir korkak gibi ölmemiş olacaktı böylece. Tabii hazır şimdi yargılanmayı geçmişken cennete gitmek daha mantıklı da olabilirdi. Bu korkunç yargıdan bir daha geçebileceğinden emin değildi ama olsundu, bu şekilde cennette ailesinin yüzüne bakamamaktan iyiydi ikinci bir şans elde etmek.

Cennetin kıyısına vardıklarında Bay Ölüm Colin'in yanında sinirli bir şekilde boza içiyordu. "Evet, ezik ruh." dedi Bay Ölüm Colin'e. "Burası cennet."
"Ne güzel... Sıcacıkmış Bay Ölüm."
"Öyledir, öyledir. Şimdi..." Bay Ölüm kıçının içinden bir pusula çıkardı. "Vitrinimdeki ruhlar senin aksine uzun zamandır orada oldukları için DFÖA'nın kokusuna sahipler. Bu pusula da özellikle DFÖA'yı bulmak için tasarlandığı için gemiden kaçan ruhları bulmak için bunu kullanabilirsin. Tabii geminin burada olmaması lazım. Ben birazdan DFÖA'yı alıp gideceğim. Sen ruhları bulunca bana Mhatsapp'tan yaz. Numaram 444 BAY OLUM."
"Ama Bay Ölüm... Aleksey ve Vitali'de de geminin kokusu yok mu? Pusula onlar etraftayken nasıl çalışacak?" Bay Ölüm bir an için duraksadı. Daha sonra bu denklemi çözmüşçesine konuşmaya başladı.
"Dİ COLİN! ONU DA SEN DÜŞÜN! Şimdi hemen gemimi terk edin!!!"

Colin, Aleksey ve Vitali apar topar gemiden inerek cennetin limanına indiler. DFÖA bir anda yok oldu. Colin hemen Bay Ölüm'ün verdiği pusulaya baktı ama pusula Aleksey ve Vitali yüzünden çalışmıyordu. Limandan cennetin içerisine doğru yürüdüler. Cennet bembeyaz ve çok sessiz bir yerdi. Ayrıca sonsuzluğa uzanıyor gibiydi. Burada hiçbir ruh belirtisi yoktu. Galiba Colin ve iki gerizekalıdan oluşan ekibi, yarra yemişlerdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Vitali Kozlov
DFÖA Kölesi
DFÖA Kölesi
Vitali Kozlov


Kayıt tarihi : 23/07/17

Arayış Empty
MesajKonu: Geri: Arayış   Arayış Icon_minitimeSalı Nis. 28, 2020 4:59 pm

Kozlov Kardeşler’in başı yine beladaydı. Vitali’nin akıldan yoksun ikizi Aleksey’in sakarlığı yüzünden Bay Ölüm’ün titizlikle biriktirdiği koleksiyon ruhları vitrinden kaçıp Ahiret’in çeşitli yerlerine dağılmışlardı. Vitali kendisini feda etmese, Aleksey oracıkta ölecekti… Hatta bükülecekti… Her zaman böyle kahraman ruhlu olmuştu Kozlov oğlu. İkizi Kış Askeri için elinden gelen her şeyi her zaman yapardı. Kendisi de Güz Askeri olmak istiyordu çünkü sonbahar en sevdiği mevsimdi fakat kıskanç kardeşi buna izin vermemişti. Bu yüzden de Vitali, Yüzbaşı DFÖA ilan etmişti kendisini gizlice. DFÖA’nın yılmaz savunucusu…

Hatta bir keresinde pembe peruklu ve tek gözlü birinin gizemli bir mektubuyla İntikamcılar isimli bir çeteye bile dahil olmuştu. Neydi adamın adı? Evet, James Winfield’dı. James Losefield değildi. Vitali onun şimdi nerede ve ne yapıyor olabileceğini düşünmeye başladı fakat bu düşünceleri yeni bir yolculuğun ufukta görünmesiyle kesildi. DFÖA ile birlikte dünyanın çok yerini gezmişlerdi. Su altlarında yolculuk yapmışlar, Kayıp Kıta’da bulunmuşlar, engin denizlerde yüzüp bulutlarla uçmuşlardı. Fakat Kayıp Kıta’da yaşadıklarını sadece Bay Ölüm, Aleksey ve Vitali hatırlayabiliyordu. Yani DFÖA’nın tayfası. Diğer kişilerin hafızası kalıcı olarak silinmişti. İşte Alex ve Verona bu yüzden hâlâ arkadaştılar…

Vitali hemen kendisine bir sırt çantası hazırladı ve gerekli olabilecek her şeyi içine koydu. Fakat daha sonra saçmaladığını fark ederek çantasını boşalttı ve içindekilerin tümünü kıçının içine soktu. Çünkü kıçının içindeki saptanamaz genişletme büyüsünü boşuna yaptırmamıştı. Bir Muggle gibi sırt çantası taşıyacak değildi herhalde. Bir an için zihni bulanmış olmalıydı. Gerekli olabilecek her şeyi kıçının içine güzelce istifledikten sonra Aleksey ile Colin’in yanına döndü. İlk durakları olan Cennet’e vardıklarında Bay Ölüm gemisi DFÖA’yı da alarak defolup gitti. Ellerinde işe yaramayan bir pusula ve ne olduğu belli olmayan şu çilli yaratıkla Cennette yalnız kalmışlardı. Alex’in rpsinde tasvir ettiği kapılı yerde neden geldiklerini açıkladılar. Bay Ölüm’ün mührünü gösterdiklerinde kapıdaki melekler onları içeri buyur ettiler. Böylece Vitali, Aleksey ve Probin oğlu Cennet Bahçeleri’ne giriş yaptılar.

Ellerindeki çalışmayan pusulaya baka baka bahçelerde ilerliyorlardı. Geminin yanaştığı limanın aksine burada renkler oldukça canlı ve çekiciydi. İnsan gözlerini alamıyordu. Buna içerlenen Aleksey renkli çiçeklerden birinin başına geçmiş “Heyyyy gözlerimi geri ver seni salak” diye söyleniyordu. Çiçek ona gözlerini geri verdiğinde yürümeye devam ettiler. İlerledikçe renkli çiçeklerin yerini yeşil yapraklı başka bir bitki almaya başladı. Değişik yaprakları olan bu bitkiyi incelemeye başladılar. Vitali bitkiyi koparıp tadına bakmayı teklif etti. Ne de olsa burası Cennet’ti. Ölülerin yeriydi. Onları tekrar öldürecek bir şey olamazdı bu bitki herhalde. Hemen bir yaprak koparıp ağzına götürdü ve çiğneyerek yuttu. Eee? Hiçbir şey olmamıştı. Tam dostlarına dönüp “Eee? Hiçbir şey olmadı Dambıldor.” diyecekti ki bir anda kendini engin denizlerde yüzüp bulutlarla uçarken bulmuştu. “Siz de yiyin! Müthiş bir bitki bu!” dedi Vitali. Bu bitkiyi o kadar çok sevmişti ki her şekilde tüketmek istiyordu onu. Yapraklarını kurutup sigara olarak içmek ya da içi su dolu bir kovaya konulan şişenin ağzından bir kapak alarak içmek de olurdu. Vitali’nin cesaretlendirmesiyle Aleksey ve Colin de kenevir denen bu bitkinin tadına baktılar ve onlar da engin denizlerde yüzüp bulutlarla uçmaya başladılar. Bir süre yüzüp uçtuktan sonra yolculuklarına devam etmeye karar verdiler çünkü Bay Ölüm’ün öfkesinden çok korkuyorlardı ve o ruhları bir an evvel bulmak zorundalardı. Ayrıca Cennet Bahçesi’nin her yeri kenevir bitkisiyle kaplıydı zaten. Vitali bitkinin adını nereden öğrendi birden diyecek olursanız da, bu bilgi malum olmuştu Yüzbaşı DFÖA’ya…

Yolculuklarına devam ederlerken Vitali bir anda çok dindar olduğunu hatırlayıp hüngür hüngür ağlamaya başladı. Gerçekten de Cennet’teydi. Tanrı’nın seçilmiş bir kulu olmasa burada ne işi vardı. Demek ki Tanrı Vitali ve Aleksey’i seviyor ve onları Cennetine kabul ediyordu. Bunu düşünerek daha çok ağladı ve DFÖA’dan kurtulur kurtulmaz Kozlov Muhallebicilerini tekrar hayata geçirmeye karar verdi.

Cennette ilerledikçe ilerideki siluetler dikkatlerini çekti. Yaklaştıkça bunların dayanılmaz güzellikteki kadınlar olduğunu gördüler. Hepsi de 18 yaşından büyüktü çünkü Kuranda anlatılan memeleri yeni tomurcuklanmış kızlara hallenmek iğrenç bir şeydi. Kadınlar üçünün yanına geldiler ve onlara kerkinmeye başladılar. Vitali içinden töbe töbeee çekse de bir yandan da Cennetin güzelliklerinin tadına bakmamak için zor tutuyordu kendini. Sonra kenevirin de etkisiyle hurilerden biriyle sevişti. Diğer ikisinin o sırada ne yaptığını ise göremiyordu. Huriden çıkan ışık etrafı görmesini engelliyordu. Sevişmeleri bittikten sonra Vitali “Gusül abdesti almam lazım” diye tutturdu. Dindar bir insan abdestsiz asla gezmezdi. Huriler buna gerek olmadığını söyleseler de Vitali ısrar etti ve huriler misafirleri Cennet Hamamlarına götürdü.

Cennet Hamamları denilen yer geniş göllerden oluşan bir yerdi. Gölün suyu sıcacıktı ve kendiliğinden köpüklüydü. Vitali, Aleksey ve Colin göllerden birine girip hurilerin onları yıkamasına izin verdiler. Bir yandan da kenevir yemeye devam ediyorlardı. Vitali kendini o kadar mutlu hissediyordu ki “Keşke ölsem ve hep burada yaşasam” diye düşünüyordu. Fakat ruhu Bay Ölüm’ün elindeydi ve Bay Ölüm onların ölmesine asla izin vermezdi. Aleksey ile Vitali borçlarını ödeyene kadar –sonsuza kadar olduğundan şüpheleniyordu Vitali- Bay Ölüm’ün kölesi olmak zorundaydılar.

Bu güzel banyodan sonra huriler üçlüyü yalnız bıraktılar. Vitali eee şimdi napıyoruz gibisinden bir bakış attı. Colin’in de bir fikri yokmuş gibi görünüyordu. Boş nazarlarla etrafına bakmaktaydı. “Eee, şu pusulaya bir daha bakalım yaauv.” dedi Probin oğlu ve yapacak daha iyi bir şeyleri olmadığı için hep beraber pusulaya tekrar baktılar. Fakat bu sefer bir değişiklik vardı. Pusula Vitali ile Alyoşka’nın olduğu yeri göstermiyordu. Başka bir yöne bakıyordu ibre. Hayretler içerisinde birbirlerine baktılar. Cennet Hamamlarında yaptıkları banyo, üzerlerine Dünya’da sinmiş bütün kokuları temizlemiş olmalıydı. Vitali bundan hiç korkmayıp çok etkilendi ve sevinç içerisinde ibrenin gösterdiği tarafa doğru yürümeye başladılar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aleksey Kozlov
DFÖA Kölesi
DFÖA Kölesi
Aleksey Kozlov


Kayıt tarihi : 02/05/20
Belirgin Özellikleri : allah 1dir derken

Arayış Empty
MesajKonu: Geri: Arayış   Arayış Icon_minitimePtsi Mayıs 04, 2020 3:22 am

Aleksey ve hayaletin yandan yemişi Colin ile beraber cennet bahçelerinde ilerlerken halinden epey memnundu Kozlov oğlu. Cenneti çok beğenmişti ve etrafa baktıkça buradan arsa almanın çok iyi bir fikir olduğunu düşünüyordu. "Şişşt Vitya! Etrafa bak bakalım satılık arsa var mıymış?" diye dirseğiyle dürtekledi ikiz kardişi Vitali'yi ama Vitali homini gırtlak yeşil bir bitkiyi adeta sömürmekle meşguldü. Aleksey gözlerini devirirken Vitali bitkinin müthiş olduğunu haykırarak ottan kendisine ikram edince onu alıp ağzına atarak dilinin işlevini yerine getirdi ve bitkiyi tattı. Pek de hoş bir tadı yoktu, Vitali nesine bayılmıştı bunun böyle? Belki de benim bağışıklığım yüksektir daha fazla yemem gerekiyordur diye düşündü Kozlov oğlu ve Vitali'nin yediğinin iki katı kadar bir miktarı ağzına attı. Bu garip Colin ise onu kıçının içinden çıkardığı bir kağıda sarmakla meşguldü sanki bunu yapmaya alışıkmış gibi. Acaba böyle yapınca daha mı çok etki ediyordu? "Bana da versene şundan bakim." diyerek Colin'in elinden yeni sarılmış sigarayı kaptı ve içine çekti. Haram diye sigara kullanmayan Aleksey'in ciğerleri çok narin olduğu için sigarayı içine çekmesiyle birlikte ciğerlerini neredeyse dışarı püskürtürcesine öksürmeye başlaması bir oldu. Tam bu sırada karşılarına güzeller güzeli huriler çıkınca Aleksey ne yapacağını bilemedi ve kuul görünmeye karar vererek kaslarını esnetmeye başladı. Bu sırada hurilerden biri Vitali'yi çoktan ilerideki otların arasına çekip gözden kaybolmuştu. İki numaralı huri de Aleksey'i farklı bir ot grubunun arasına çekmekteydi. Bu huri aynı Liv Tyler'a benziyordu ve çıplak olduğu için Allah korusun Aleksey'in neredeyse aklı çelinecekti. Huri gözlerini süzerek Aleksey'e "Hoşgeldin, Alyoşka-sama... sana nasıl hizmet etmemi istersin? Bu cennetin özel karşılaması. Dile benden ne dilersen..."
Aleksey en çok ne istediği hakkında düşündü bir süre ve "I want some pussy!!" dedi en sonunda. Kuul görünmeye karar verdiği için İngilizce söylemişti. Liv Tyler'ın bunu duyar duymaz beline sarılı olan ufacık yaprağı kaldırarak mahrem yerlerini göstermek üzere olduğunu görünce kıpkırmızı oldu. "Yok yanlış anladın bacım pussy derken... yavru kedi manasında dedim. Benim hobim youtube'da yavru kedi videoları izlemek ama DFÖA'da Bay Ölüm yasakladığı için bir süredir izleyemedim, elim ayağım titriyor valla."

Bunun üzerine Liv Tyler aniden yok oldu ve bir saniye sonra kucak dolusu yavru kediyle tekrar belirdi. Aleksey hiç bu kadar mutlu hissetmemişti kendini. Kendini yeniden doğmuş gibi hissediyordu.  Ayrıca bulutlarla yüzmeye ve engin denizlerde uçmaya başlamıştı. Bu sırada yan çalılıktan haykırışları yükseliyordu Yüzbaşı DFÖA'nın. Aleksey hurinin Vitali için ne yapmış olduğunu merak etti ama bu konu üzerinde çok fazla düşünemeden bulutlarla yüzdüğü ve engin denizlerde uçtuğu için zaman algısını da yitirmişti.

Gel zaman git zaman Aleksey kendini köpüklü sularda yüzerken ve hurilerle uçarken buldu. Kendilerini yeniden doğmuş gibi hissederek hamamı terk ettiler ve Aleksey mal mal sırıtarak Vitali ve Colin'in peşinden dolaşmaya devam etti. Colin'nin pusulası onları cennet bahçelerinin arasından geçen bir metro durağına getirmişti. Nereye gideceklerini bilmemelerine rağmen sessizce metroya binip arka tarafta bir yere oturdular.  Aleksey gözlerini kapatarak kafasını geriye attı ve metro tıngır mıngır onu bir yerlere götürürken nedensiz yere gerizekalıca kıkırdadı. Acaba şu anda dışarıdan nasıl görünüyodu? Bu düşünce ona çok komik geldiğinden hemen ikiziyle paylaşmak için nazarlarını açıp yanındaki Vitali'ye çevirdi ki onun da kafasını arkaya yaslamış, gözleri kapalı bir biçimde sırıttığını gördü. Demek ki böyle görünüyorum ehuehuehu diye düşünerek kahkahalarla gülmeye başladı. Hayatının en mutlu anıydı bu bizim Alyoşka'nın... Hissettiği şey saf mutluluktan başka bir şey değildi. Neredeyse Kozlov Muhallebicileri'ni açmış olmak gibi bir duyguydu.

O şekilde ne kadar süre geçtiğini anlayamadı ama Colin onları çekeleyerek metrodan indirdiğinde Aleksey çok güzel bir sonsuzluk geçirdiğinden emin gibiydi. Metrodan indikleri zaman cennet bahçelerinde gece olmuştu ve durağın tam karşısında kocaman bir bina vardı. "Geceyi burada geçirelim." dedi Colin. "Siz ikiniz şu an kendi kuyruğunuzu kaybetseniz bulamazsınız." Aleksey tam ona "Özürlü müsün?" gibi sassy bir cevap vermek için ağzını açıyordu ki önündeki kaldırımı fark etmeyerek yere çakıldı.

Binanın içine girdiklerinde buranın bir hostel olduğunu gördüler. Kocaman bir yemek salonu vardı ve kapının önünde onları bekleyen bir rezervasyon görevlisi duruyordu. "Biz de sizi bekliyorduk, Colin ve arkadaşları. Rezervasyonunuz önceden yapıldı. Beni takip edin lütfen." Aleksey bu basit işlemi yapmakta oldukça zorlandı çünkü aniden yürümeyi unutmuş gibiydi. Sürekli kendisine bir adımının önüne farklı bir adım atması gerektiğini hatırlatırken üçünün arkasında kalıp duruyordu. Mucizevi bir şekilde bir asansöre geldiler ve Aleksey asansörde güzel sarışın bir kızın olduğunu gördü. "N'aber yavru?" diye sordu ona ama daha sonra fark etti ki bu kız gerçek değildi, sadece bir konser afişindeki fotoğraftı. Sonunda asansörün kapısı açıldığında rezervasyon görevlisi onları iki ranzanın ve bir çift kişilik yatağın bulunduğu bir odaya götürdü. Kahvaltının yarın sabah 7'de olduğunu söyledikten sonra da kıçını dönüp gitti. Aleksey şu an metrodaki kadar iyi hissetmiyordu. Hemen yatmak istedi ve çift kişilik yatağın ortasına atladı. Vitali de onun yanına yattı ve Colin de ranzaya geçmek zorunda kaldı. Işıklar sönünce Aleksey çok fena ağzının kuruduğunu hissederek kalkıp tuvalete gitmeye karar verdi. Ne yazık ki karanlık odanın içinde kayboldu. Bir büyücü olduğunu da unutmuş olduğu için ışığı açmak için elleriyle duvarı yoklasa da bir türlü bulamıyordu düğmeyi. Odanın içinde dönüp durduktan sonra ne lavaboyu ne de ışık düğmesini bulabilmişti ama bir şekilde yatağının yanına gelmeyi başarmıştı tekrar. Hemen su içmeyi falan boşverip geri yattı ve kalp atışlarının anormal hızlı olduğunu hissetti. Daha da kötüsü nefes almıyordu. Çoktan horlamaya başlamış olan Vitali'yi dürtükledi. "Vitaliii! Bi baksana." Vitali güzel uykusundan uyandırılmaktan hiç hoşlanmamıştı. "Ne? Ne var yıa?"
"Gece uyanırsan bana bi bak olur mu?" Aleksey Breaking Bad dizisinde uyuşturucu içip kendi kusmuğunda boğulan Jane'i çok iyi hatırlıyordu ve bu içini hiç rahatlatmamıştı.
"Hıı hıı." diye mırıldanıp Vitali diğer tarafına döndü ve horlamaya devam etti. Aleksey bu gece öleceğinden emindi. Daha sonra cennette öleceğini hatırlayıp rahatladı ve derin bir uykuya daldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Valentine Marquesa
Hufflepuff
Hufflepuff
Valentine Marquesa


Kayıt tarihi : 19/07/17

Arayış Empty
MesajKonu: Geri: Arayış   Arayış Icon_minitimeSalı Mayıs 12, 2020 5:42 pm

Kısa bir süre önce kafasını patlattığı insanla uzun bir yolculuğa çıkmak “Valentine’in Umutları ve Hayalleri”nde ilk sıralarda sayılmazdı. Ancak Cennete yapılacak bir geziyi de sırf bu müptezel yüzünden kaçıracak değildi. Daha önce gezdiği ülkeler ile hava atmayı severdi. Fakat daha sonra, okullarına yeni gelen veledin becerisiyle Cehennem’e yolculuk etmişti ve bu yolculuk öncekilerin tümünü geride bırakarak hayatının en havalı yolculuğu olmuştu. Bu yolculuğun vol.2’sunu yaşamak, kendini süper zeki ve süper cool zanneden bir Slytherin’e katlanmaya değerdi doğrusu.

Cennete ulaşmak için herkesin kafayı taktığı taşa dokunmaları yetmişti. Kocaman, kemerli bir kapının önünde belirmiş, kemerden içeri geçmiş ve çiçekli bir yolda bulmuşlardı kendilerini. Valentine, hemen cebinden son model mPhone’unu çıkarıp etrafın fotoğraflarını çekmeye başladı. Bu anı kaçıramazdı. Önce bir story paylaştı. Yukarıdan çekilmiş bir selfiesinin üzerine “Seninle Cehennem ödüldür bana, sensiz Cennet bile sürgün sayılır…” yazdı. Artık bir sevgilisi yoktu fakat konuştuğu birden fazla kız vardı. Hepsinin üstüne alınması için isim belirtmeden atmıştı storyyi.

Yolda ilerledikçe Daniel’ın çok iyi bildiği bir bitkiyle karşılaştılar. Daniel hemen kıçının içinde dolaştırdığı alet edevatını çıkardı ve bitkiyi dumanı solunabilecek bir hale getirdi. Sonra hep birlikte sonsuz tane sigara içtiler ya da Valentine’e sonsuzluk gibi geldi. İçe içe ilerledikleri yolun sonunda bir metro istasyonuna denk geldiler. Bu metro istasyonunun burada ne işi vardı, hangi duraklara uğruyor, yolculuğu nerede sonlanıyordu hiçbir fikirleri yoktu. Fakat Alex’in kendine çok güvenir bir şekilde “bana güvenin” demesi hepsinin içini gerçekten de ona karşı bir güvenle doldurmuştu ve ona güvenerek istasyona yanaşan metroya bindiler.

Metro, Cennet’in merkezinden biraz uzaklaşarak ilerlemeye devam ederlerken hepsi de kendini beşikteki bir bebek gibi hissediyordu. Valentine şu an nasıl göründüğünü merak etti. Dimitri’yle bu hislerini paylaşmaya karar verip gözlerini açtığında gördü ki Dimitri de aynı kendisi gibi pişmiş kelle misali sırıtıyordu. Meğersem bu metro büyülü bir metroymuş ve insanlara hayatlarının en mutlu anını yaşatıyormuş onları beşiklerine göndererek.

Metronun son durağı onları bir hostele ulaştırmıştı. Hostele girdiler. Kendilerini karşılayan görevli onları tanıyor gibiydi. Samimi bir şekilde onlara oda ayarladı ve daha fazla yapacak bir şey olmadığı için grup dağılıp uyudu.

Ertesi sabah kalktıklarında kahvaltının bedava olduğunu gören Dimitri, hemen öğle ve akşam yemeği için de sandviç yapmaya başlamıştı. Valentine ona bir dirsek attı ve “Salak, biz zenginiz napıyon sen?” dedi. Dimitri bazen unutuyordu ne kadar zengin olduklarını. Soyadı başka olsa da o da bir Marquesa’ydı ve bir Marquesa gibi davranmadığında Vali buna çok sinirlenirdi. Bu yüzden ona aldırış etmeden sandviç hazırlamaya devam eden Dimitri’yi düelloya davet etti. Birbirlerini selamladıktan sonra Vali, tüm büyüler içinde en ölümcül olanı haykırdı semalara. “Tavşan gözüüü kör kuyuuu, lienaya dönüştür Kristopulos’uuuu!!!” Fakat Dimitri zamanında bir kalkan büyüsü yapmayı başararak lienaya dönüşmekten kurtulmuştu. Düelloyu burada sonlandırdılar. “Adam ol yoksa bi dahakine kendini lienaya dönüşmüş olarak bulursun.” diye tehdit etti en yakın arkadaşını Mc Belalı. Düellonun gerginliği üstlerinden kalkınca duygularını müziğe dökmeye karar verdiler ve bir rap patlattılar.

“Cehennemi gördük, Cennete geldik,
Cennet dedikleri ne biçim yermiş, gördük,
Metrosu harika, beşik gibi sallandırır seni,
Aman dikkat et, yoksa görürsün ebeninkini.

Bahçeleri ne güzeldir, ne kutsaldır Cennetin
Mc Belalı’nın adıdır Valentine,
Mc Yaralı ise Dimitri,
Kızdırırsanız gösterir size sikini!

Fakirlik iğrenç bir şeydir, keşke bitse
Ya da herkes ölüp Cennete gelse
Bir başkadır Cennetin kokusu,
Ama her şeyden değerlidir Özel Gece Kutusu!!”


Arkadaşları hunharca alkışlıyordu raplerini. Bazılarının gözleri bile dolmuştu. Bu kadar yeter deyip Colin’i aramaya karar verdiler. En nihayetinde buraya onun için gelmişlerdi. Tam bir plan yapmak için masa başında toplanmışlardı ki, asansörden inen tanıdık bir ismi gördüler. Willy hemen oturduğu yerden fırladı ve koşarak Colin’e sarıldı. Aralarında birkaç duygusal cümle kurulmuş gibiydi çünkü ikisinin de gözleri dolmuştu. Bu durumdan çok etkilenen Dimitri de sessiz sessiz ağlıyordu kenarda, bir yandan da kolunu jiletliyordu.

Colin’i bulmaları güzel olmuştu. Şimdi onu da alıp buradan gidebilirlerdi. Fakat Colin onlara durumu açıkladı ve yanındaki diğer iki elemanı tanıttı. Vali, sanki onları önceki yaşamından tanıyor gibiydi. Hemen içi ısınmıştı elemanlara. “Merhaba beyler, ben Valentine Marquesa. Çok zenginim.” dedi hemen onlara. Adları Aleksey ve Vitali olan bu adamlar, bulmaları gereken ruhlar olduğunu açıkladığında Vali’nin canı çok sıkılmıştı. Ayak işi yapmayı hiç sevmezdi. Fakat ellerindeki pusula işe yarar bir şeye benziyordu ve buraya da eli boş dönmek için gelmemişti. Bu yüzden o da grubun geri kalanıyla beraber ruh avına katılmaya karar verdi ve bir story daha paylaştı. Bu storyde Dimitri üzülen surat yapıyordu ve Vali de fotonun üzerine “Cennette daha fazla duracağımız için çok üzüldü” yazdı. Sonra sesli bir şekilde lel dedi ve diğerlerinin arkasından hostelden çıktı.

Pusulanın gösterdiği yöne doğru yürümeye karar verdiler. Metroyu kullanarak doğru yere gidebileceklerinden emin değillerdi çünkü. Pusulanın göstergesini takip ettikçe, karşılarına bir sahne çıktı. Bomboş alanda kocaman bir sahne kurulmuştu. Grup alana girdiğinde etraftaki ışıklar yandı ve birden sahnede bir kız belirdi. Vali şaşkınlık içerisindeydi. O kadar şaşırmıştı ki şarkıya odaklanamıyordu. Hemen Dimitri’nin kulağına eğilip “Abi, Avril ölmedi ki???” dedi. Dimiş, gözlerini devirdi ve Vali’ye “nasıl bu kadar cahil olabiliyosun” bakışı fırlattı. “Avril’ın öldüğünü ve yerine Melissa diye birinin geçtiğini herkes bilir.” dedi. Vali, kendisinin bunu bilmemesine ve Dimitri’nin bilmesine çok sinirlendi. “O devirdiğin gözlerini çıkarır götüne sokarım senin.” dedi bu yüzden can dostuna.

Bu sırada kız konserini bitirmiş ve Alex’in yanına gelmişti. Hemen onun etrafında toplandılar. Valentine, Avril’a en yakın yeri seçti ve “Senin öldüğünü ve yerine Melissa diye birini geçirdiklerini hep biliyordum zaten…” dedi.

Kız tam cevap vermek için ağzını açmıştı ki, arkadan gelen tanıdık bir ses Vali’nin tüylerini diken diken etti. “Annen sana yalan söylememen gerektiğini öğretemedi mi Marquesa oğlu?” Valentine, bu sesi çok iyi tanıyordu. Dramatik bir yavaşlıkta arkasına dönüp sesin sahibiyle göz göze geldi. Evet… Bu Ewan McMillan denen embesilin ta kendisiydi…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Arayış
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Büyülü Halk :: Üç Süpürge-
Buraya geçin: